Kapının Ardında Bırakılan Benlikler
- Talha Şahin Han
- 16 Eki 2023
- 2 dakikada okunur

Bu yazımda; yürüttüğüm terapi süreçlerinde de ısrarla üzerinde durduğum ve çok önemsediğim öz kabul, öz şefkat kavramlarına bir metafor üzerinden bakarak bizler için bu kavramları daha tanıdık anlaşılır hale getirmeyi hedefliyorum umarım birlikte yapacağımız bu yolculuk sonunda bu kavramlar sizlerin zihinlerinde kendilerine yer bulabilirler.
Şimdi sizlerden çocukluk dönemimizde muhtemelen bir çoğumuzun maruz kaldığı bir kaç yaşantı üzerinden soracağım sorulara çocukluk yıllarınızı hatırlayarak cevap vermenizi istiyorum. İlk sorumuz; çocukken bir yemeğin tadını beğenmediğimizde hiç bir sosyal ilişki veya grup baskısı o yemeği keyifle ve yapana övgüler yağdırarak yememizi sağlayabilir miydi ? İkinci sorumuz; biri canımızı yakan veya öfkelenmemize neden olacak bir davranışta bulunduğunda o kişiyle aramızdaki çıkar ilişkileri bu davranışına gülüp geçmemizi hatta bizim gidip ondan özür dilememizi sağlayabilir miydi ? Son sorumuz; çok istediğimiz, hayallerini kurduğumuz bir bisikletin alınmayacağını duyduğumuzda herhangi bir sosyal norm üzüntümüzü gizleyip bu arzumuzu yok sayıp hiç bir şey olamamış gibi hayatımıza devam edebilmemizi sağlar mıydı ?
Bu soruların hepsine istisnalar dışında çoğumuzun “Hayır” cevabını verdiğini düşünüyorum. Şimdi yetişkinlik dönemi için bu soruları tekrar düşünmenizi istiyorum. Çoğumuz için cevaplar değişti değil mi ? İşte bu değişime neden olan zamanla çocukluğumuzdaki dürüstlüğü kaybetmemiz ve bir noktada artık kendimize yalan söylemeye: mantığa bürünme, inkar, yansıtma, zihin okuma, genelleme vb. zihinsel çarpıtmaları kullanmaya başlamamızdır. İşte tam burada bir danışanımın paylaştığı küçük bir yaşantıdan bahsetmek istiyorum;
Danışanım, bir akşam yeğeni ile oyun oynarken telefonuna gelen ve canının sıkılmasına neden olan bir mesaj nedeniyle oynadıkları oyunu yarıda bırakıyor. Yeğeninin de oyunlarına devam etmeleri konusunda ısrarcı davranması üzerine öfkelenerek yeğenine bağırıp odayı terk ediyor ve arabasına binip biraz hava almaya ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Ancak arabasına bindikten sonra yeğenine karşı sert tavrı nedeniyle vicdan azabı hissedip, “o küçük kızın ne suçu vardı şimdi” diyerek yeğeninden özür dilemek amacıyla eve geri dönüyor. Odaya girdiğinde ise yeğenin yaklaşık 10 dakika önce ona bağırdığı yerde gözleri yaşlı hareketsiz durduğu ve ona sarılıncaya kadar yüzünde donuk bir ifadeyle kendisine baktığını söylüyor. Yeğenine sarılıp özür diledikten ve yaklaşık 15 dakika oyunlarına devam ettikten sonra yaşanılanları hemen unutup yine kendisine sarılıp sıcak davrandığını gözlemliyor ancak o donuk bakışlardan çok etkilendiği için bu yaşantısını benimle paylaşmak istediğini ifade ediyor.
Bizler de kendimize dürüst olmayı bırakıp savunma mekanizmaları ve bilişsel çarpıtmalarla benliğimize sırt döndüğümüzde danışanımın bu yaşantısında olduğu gibi şefkat ve dürüst bir sarılma bekleyen içimizdeki bir parçamızı kapının arkasında kırılmış, gözü yaşlı bir biçimde bırakıyor ve kapıyı yüzüne kapatıp sosyal hayatın getirdiği şartlar doğrultusunda o anın gerektirdiği biçimde davrandığımızı düşünerek hayatımıza devam ediyoruz. Ancak kapının ardında bıraktığımız benliğimiz üzülmeye ağlamaya devam ettikçe sesi kulaklarımızda çınlamaya, onun yakınmaları ve gözyaşları bugünümüzü, bugünkü kararlarımız ve olaylara verdiğimiz duygusal reaksiyonları etkilemeye belirlemeye devam ediyor.
Emin olun kapının ardında bıraktığımız benliklerimiz bizimle barışmak ve dışlandıklarını benlik bütünlüğünün tekrar bir parçası olmak için can atıyorlar. "Üzerinden yıllar geçti", "O yaşantının üstünden çok sular aktı", "Acılar da pişmanlıklar da unutuldu" gibi söylemlerle kendimizle açtığımız mesafeyi korumak yerine biraz olsun kendimize yaklaşmanın ne kadar fark yaratabileceğini gördükçe şaşıracaksınız. Kendi yüzünüze çarptığınız kapıları tekrar araladığınız, dürüstlük yolculuğunda emin adımlar atabilmeniz dileğiyle bu yazımı da burada sonlandırıyor ve esenlikler diliyorum.
Kommentarer